Mülkiyete Bakış Açısı (2)
Kur’an’ın Nüzul Sürecinde Birinci Yıl Surelerinin Ortak Konusu “Mülkiyyete Bakış Açısı” (2)
İnanç, Güven, Motivasyon
Bir önceki yazımızda tasavvurumuzdan aklımıza, aklımızdan eylemimize yansıyan sahih bilginin insanı yönlendiren yönüne işaret ettikten sonra kaldığımız yerden devam etmeden önce şunu belirtmek gerekir ki; insanı sadece bilgi değil kalbinin mutmain olduğu hususlar eyleme geçirir. Zira tasavvur, akıl, eylem sıralamasında yazmadığımız hususlar var ki o da inanç, güven, motivasyon kavramlarıdır.
Hangi kaynaktan gelirse gelsin bilgi, insan için matematiksel bir formül değildir. Zira insan fıtratı gereği (Fıtrat; insan tabiatına ve genetiğine verilen maddi-manevi formattır, biçimdir diyebiliriz). Sadece maddi kalıplarla hareket etmez. İnsan aynı zamanda manevi yönü olan bir varlıktır. Bu konulara mesafeli olan insanlar yazdıklarımızı okuyunca itiraz edebilirler ancak hemen kendi içlerine dönmelerini hatta “itiraz” denen kavramın dahi manevi olduğunu kendilerine hatırlatmak isteriz. Evet en materyalist insan dahi maneviyatla iç içedir. Zira sevgi, korku, ümit, ihtiras, hırs, açgözlülük, merhamet, arzular, zevk, isteksizlik, bunalma, sıkılma, mutluluk ve mutsuzluk vd. nice manevi kavram dikkat ederseniz hayatımızı ve yaşantımızı şekillendirmektedir.
Sözün özü insan “Nefs” ‘tir (1) ve nefsinin peşinden koşmaktadır
Sözün özü insan “Nefs” ‘tir (1) ve nefsinin peşinden koşmaktadır. Vahiyler ve Peygamberler insan nefsinin terbiyesi için gönderilmiş muazzam yol haritalarıdır ki, insan nefsini hem madden hem de manen terbiye edip haddini bilerek yaratıcısına şirk koşmadan, hem dünya hem de ahiret saadetini tesis etsin ve yeryüzünde kendisine verilen “arzın halifeleri olma” (2) sorumluluğunu yüklensin, hem şahsi hayatını hem de yaşadığı tüm sosyal katmanları adeta bir Kalfa (3) gibi imar, inşa ve ihya faaliyetlerini sürdürsün.
Allah tüm varlığı insana, insanı ise yalnızca kendine tahsis etmiştir
Kısaca insana değindikten sonra insanı yaratan ve en iyi bilen Rabbimizin bize yolladığı mesajlarla konumuza devam edebiliriz. Bu noktada ilk olarak inen Alak Suresi’nden örnekleme yaparsak; evvel inen ve “Oku” (4) olarak formüllenen 5 ayette insana bilmediklerini öğretenin Rabbi olduğunu ve kalemle yazmanın yani kayıt araçlarının sahih bilgi ve tecrübelerin aktarımında en önemli husus olduğu bildirilerek ister mülkiyet için, isterse de sosyal hayat için Adaleti Sağlamanın Ana Şartının, temelinin, sağlam kayıt tutmak olduğu vurgulanmaktadır. Zira Allah tüm varlığı insana, insanı ise yalnızca kendine tahsis etmiştir. Allahtan insana inen vahiy “Tevhid” suretinde, insandan varlığa yansıyan eylem de Adaletle vücud bulur. Adaletin temel şartı doğru ve sağlam kayıt tutmaktır.
Muhakkak ki insan mutlaka azar, Kendisini hiçbir şeye muhtaç hissetmediğinde
Surenin devamında takip eden ilk ayet gerçekten muhteşemdir. Kellâ inne-l-insâne leyatġâ En ra-âhu-staġnâ, “Muhakkak ki insan mutlaka azar, Kendisini hiçbirşeye muhtaç hissetmediğinde” motamot tercüme verdiğimiz “Alak“ (6-7) ayetler, sınırlı olan insanın sınırsız Allaha tahsis edilerek yaratılmış olduğunu ve ancak cennet gibi bir nimetle tatmin olacak şekilde formatlandığından dolayı eline geçen servet, şöhret, makam gibi dünyevi “demo” cinsinden nimetleri, asli olanlar gibi zannederek ve bunları kendisine mal ederek hatta hiç ölmeyecek ve hep elinde kalacakmış gibi zannettiğinde meydana gelen durumu özetler. Tasavvurundaki bu sapma onu her şeyden önce, gurur ve kibirden bile önce, bugüne kadar hiç düşünmediğimiz bir noktaya savurur. Kendisine yetebileceğini ve kimseye ihtiyacının olmadığını, hatta allaha bile ihtiyacının olmayacağını sanma psikozu. İşte düğmenin ilk yanlış iliklendiği nokta tam da bu yerdir. Bu şekilde düşünen birine verilecek en güzel cevap da yine 7.ayette verilir. ”inna ila Rabbiker ruca” yani o Rabbine döneceğini unuttuğu için “Muhakkak ki dönüş mutlaka Rabbinedir.” Cevabı verilir. İnsana verilen nimetlerin emanet olduğu sabit, kaim, kamil ve daim olmadığı vurgulanır. Hesabının olacağı vurgulanır. Bunun unutulmasının insanı hem dünya hem de ahirette felakete sürükleyeceği vurgulanır.
Dünyaya ait nimetler her şeyden önce sabit değildir
Dünyaya ait nimetler her şeyden önce sabit değildir. Yani “tedavül” dedir. Tedavül, devlet ile aynı kökten türetilen kelimeler olup elden ele geçen, sabit olmayan manasına gelir ki devlet de mal-mülk-sermaye ve şöhret de elden ele dolaşan ve devrolunan şeylerdir (5). Yine kaim değildir zira dünyada değişen şartlar mal-mülk sermaye gibi kavramların da farklılaşmasına sebep olmakta bugün değerli olan yarın 3 kuruş dahi etmemektedir. Örneğin geçmişte büyük öneme sahip kervansaraylar bugün yerini farklı lokasyonlarda farklı konseptte çalışan tesislere bırakmıştır. Yine kamil değildir ki tüm nimetler sürekli yeni versiyonlarıyla gelişmekte ve değişmektedir. Örneğin eskiden çok kıymetli olan ve hayvanların çektiği araçlarla yapılan taşıma bugün yerini motorlu taşıtlara bırakmış, çalışma prensibi aynı olmakla birlikte kemalatı devam etmektedir. Son olarak da hiçbir şey daim değildir ki helak olan nice medeniyetlerin kalıntılarını tüm dünyada arkeologlar yaptıkları çalışmalarla ortaya koymaktadır.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölmeden hemen önce miting meydanında haykırdığı o muhteşem tespiti hatırlatmak gerek
6-7 Ayetlere geri dönecek olursak insanın boş kibre ve gurura kapılmasını sağlayan tüm nimetler “KENDİNE YETME” iddiası ve sapıklığını doğurmaktadır. Halbuki bırakın verilen maddi nimetleri insan kendi nefesine dahi hakim değildir. Bu noktada merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölmeden hemen önce miting meydanında haykırdığı o muhteşem tespiti hatırlatmak gerek “2 saniye sonrasına garantimiz olmayan (hükmümüz olmayan) bir dünya için fırıldak olmaya gerek yok.
(Devam edecek)…
Dipnotlar:
1.Fecr Suresi 27-28-29-30 ayetler
3.Halife kalfa ile aynı kökten türetilmiş bir kelime olup mecazen yeryüzünü Allahın verdiği vahiy projesiyle inşa eden insanlık kastedilmektedir.