Evlat Demek! Ömer Faruk’un Annesi
Bir Kasım sabahıydı. Heyecandan uyuyamamış iki yürektik ve gün aydınlanır aydınlanmaz, hayatımıza dâhil edeceğimiz meleği kucaklamak için yola çıkmıştık.20 yıllık evliliğimiz boyunca ne 7 tüp bebek tedavisi, ne de evlat edinmeye karar verme ve bekleme süresince birbirimizi hiç incitmemiştik. İkimiz de birlikte büyüteceğimiz bir evlada sahip olmak istemiştik.
İşte o yıllardır beklediğimiz varlık, bir çocuk yuvasında bizi bekliyordu. Biz ise, yine el ele onu kucaklamak için yollardaydık ama o yol uzadıkça uzuyordu. Annelik, karnında taşıyanların hakkı sanıyordum. Yanılmışım.
Meğer anne olmak için karnında taşımaya gerek yokmuş. Meğer anne olmak masum bir canı kucaklamakmış. Meğer anne olmak için, karnında 9 ay hayat vermek kadar, nefesin yettiğince yüreğinde emek vermekte yeterliymiş. Başka bir kadının karnında hayat bulan yavruya, sevgiyle hayata bağlamakta annelikmiş.
Biz de yavrumuzu 8 Kasım 2012 de kucaklamıştık. O yüzden Kasım ayları, hatırlatır bana o özel günü. Heyecandan titreyen ellerimizi, oğlumuza sarılmak için beklediğimiz o kasvetli odanın, oğlumuzun gelmesiyle nasıl aydınlandığını. Birbirimize baktığımızda ”ağlama sakın, yoksa bırakırım ben de kendimi” bakışlarını. Hatta eşimin rengi kaçmış yeşil gözlerinin nasıl yemyeşil olduğunu…
Kuzumuz kapıdan girer girmez aynı anda ayağa kalkmıştık. İkimiz de bir an önce kucaklamak istiyorduk. Sanki o küçücük bedeni kucaklarsak, ona kavuşmak için çektiğimiz her çileyi unutacaktık. Önce ben, sonra eşim kucakladı. Kaç saniye ya da kaç dakika kaldık öylece bilemiyorum… Sadece biz vardık, Eşim, ben ve oğlum…
Ve yine aylardan Kasım. 8 Kasım. Kavuştuğumuz gün. Ben sadece bunları yazarken hatırlıyorum oğlumu karnımda büyütmediğimi. Tarifi yok inanın… Onu öyle çok öyle çok seviyoruz…
İlk görüşte bağrımıza koşulsuz bastığımız yavrumuz… Eğer bir gün bu satırları okursan, bilmeni isterim ki, seni çok hem de çok sevdi ve sevecek annen ve baban… Sen “ahhh” dediğinde “yavrum” diyerek koşup gelmemişsek eğer bir gün, bil ki nefes almıyoruz artık demektir. Evet… Yine aylardan Kasım… Ve Tuali dinliyor annen…
Yine aylardan Kasım
Sanki sen de kaldı bir yarım
Her nefesim, her anım
Sanadır canım…
Evlat Demek
Evlat demek can demekmiş, canının ta içi demekmiş… Nefessiz iken nefes, ağzının içinde tat demekmiş… Ağrı kesici imiş meğer evlat… O küçücük bedene sarılınca sızılarından kurtulmak demekmiş… Susuz iken suya kanmak demekmiş.
Umutmuş… Özlemmiş… Karşılıksız vermek, doyasıya sevmekmiş. Kabullenmekmiş… Uykusuz gecelermiş. Dimdik ayakta durmakmış. Hep güçlü olmakmış meğer evlat…
Evlat demek yaşam demekmiş. ‘Hiç yaşamamışım’ ‘diyebilmekmiş… Varlığı ile var olmak, yokluğunu hiç düşünmemekmiş…
Evlat demek ”evlat” sözünü duyunca bile yüreğinin ortasında bir sızı hissetmekmiş. Yutkunurken boğazında düğümmüş evlat…
Evlat demek emek vermek demekmiş…”Dünya bir tarafa evladım bir tarafa ”diyebilmekmiş. En kıymetlinden bile daha kıymetliymiş meğer evlat… Gözlerinden her daim akmaya hazır bir damla yaşmış… Koşulsuz sevmek, ömrünü vermekmiş evlat…
”Evladımdan önce ve evladımdan sonra’ ‘diyebilmekmiş… Milat imiş meğer evlat… Kısacası evlat demek, 20 yıllık hasretin sonu demekmiş… Mükâfat imiş… Yılların yorgun izlerini silmekmiş…
Evlat demek;
Canım oğlum, Ömer Faruk demekmiş…
Ömer Faruk’un Annesi